Anadolu ve Akdeniz Dünyasında Gemi İkonografisi: Ortaçağ ve Ortaçağ Sonrası Dönemlerde Teknoloji, Bağlam ve Sembolizm (2 Mayıs 2023)

Top Image:  From Cod. 14.f.52r (11th-12th AD) Esphigmenou Monastery, Mt. Athos (after Zafiropoulou 1998, 84).
Bottom Image: Adapted from the Pala d’Oro altar (c. 12th AD), St Marks, Venice (after Martin 2002, fig. 29)
Main Page Image: Roman tombstone showing a sprit-rigged ship, 2nd-3rd century AD, Bandırma Archaeological Museum.  From Jones and Günsenin 2021: “A Roman Sprit-Rigged Vessel Depiction from Marmara Island (Proconnesos), Turkey.”

Kamusal sanat eserlerindeki, el yazmalarındaki veya halka açık yerlerdeki grafitilerdeki gemi tasvirleri, modern öncesi toplumlarda gemilerin çeşitli rollerine ilişkin zengin ancak çoğu zaman yeterince takdir edilmeyen bir bulgu kaynağıdır. Gemi ikonografisi üzerine geçmişte yapılan araştırmalar, bu tasvirlerin bazı yönlerine diğerlerine oranla daha odaklanma eğilimindeydi. Deniz arkeologları ve tarihçileri, gemi yapımı ve denizcilik teknolojisinin gelişiminin anlaşılmasında, özellikle de batıklardan elde edilen arkeolojik kalıntıların yorumlanmasında bunların değerinin uzun zamandır farkındadırlar. Antik din ve sosyal tarih araştırmacıları ise gemi tasvirlerinin arkeolojik alanlardaki sembolik işlevi ve bağlamı üzerinde yoğunlaşmıştır. Her ne kadar sıklıkla bulgulara yönelik bu yaklaşımlardan biri diğerine oranla vurgulansa da idealde bu bakış açıları yakından bütünleştirilmelidir. Dahası, Akdeniz’deki gemi ikonografisi üzerine yapılan araştırmaların çoğu, sonraki dönemlerden ziyade çok sayıda Roma ve Roma öncesi tasvirlere odaklanma eğilimindedir.

Bu çevrimiçi sempozyumda, Geç Antik Çağ’dan Geç Osmanlı Dönemi’ne kadar Anadolu ve çevre bölgelerdeki gemi ikonografisi üzerine yapılan araştırmalar incelendi ve gemi tasvirlerine iki farklı açıdan yaklaşıldı. İlk olarak, ikonografik tasvirler, Orta Çağ ve Orta Çağ sonrası gemilerin teknolojik gelişimi ve günlük işleyişi için temel bulgu kaynakları olmaya devam ediyor: Bunlar, özellikle Doğu Akdeniz’deki Bizans batıkları ve limanlarındaki kazılarda ele geçen Orta Çağ ve Orta Çağ sonrası gemilerin artan sayıdaki arkeolojik buluntuları olan iyi korunmuş arma elemanlarını ve gemi teçhizatını bir bağlama oturtmak için önemlidir.
İkinci olarak, gemi tasvirleri aynı zamanda çok çeşitli inanç ve fikirlerle ilişkili fiziksel bulgular olarak da hizmet eder. Bunlar dini, ölü gömme ve büyü uygulamalarından tutun belirli gruplarla özdeşleşmeye veya daha basit bir ifadeyle dekorasyon veya can sıkıntısının giderilmesine kadar çeşitlendirilebilir. Bu tasvirlerin fiziksel bağlamı sıklıkla işlevlerine dair ipuçları sağladığından, gemi graffitileri ve gemi tasvirlerinin bağlamı ve belgeleme yöntemleri de ele alınacaktır. Anadolu ve komşu bölgelerdeki bu malzeme kategorisine ilişkin daha fazla araştırmayı ilerletmek amacıyla gemi ikonografisine kapsamlı ve disiplinler arası bir bakış sunmayı umuyoruz.

1. Oturum: Gemi İkonografisi ve Arkeolojik Buluntulara Dayalı Doğu Akdeniz'de Geç Antik ve Ortaçağ Denizcilik Teknolojisi

11:00-11:15. Giriş (Michael Jones, Koç Üniversitesi / Mustafa V. Koç Deniz Arkeolojisi Araştırma Merkezi)

11:15-11:45. MS Birinci Binyılda Akdeniz Yelken Takımları (Julian Whitewright, Antik ve Tarihi Anıtlar Kraliyet Komisyonu, Galler)

11:50-12:15. Yenikapı Kazılarında Bulunan Bizans Dönemi Arma Ekipmanlarına Genel Bakış (Orkan Köyağasıoğlu, Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü, Bodrum Araştırma Merkezi)

12:20-12:45. Ma’agan Mikhael B batığı (MS 7.-8. yüzyıllar): Latin yelkenli bir ticaret gemisi (Deborah Cvikel ve Maayan Cohen, Leon Recanati Deniz Araştırmaları Enstitüsü ve Deniz Medeniyetleri Bölümü, Hayfa Üniversitesi)

12:45-13:00. Tartışma

13:00-14:15. Ara

2. Oturum: Anadolu ve Çevre Bölgelerde Ortaçağ Sonrası Gemi İkonografisi: Belgeleme ve Yorumlama (Tartışmacı: Akın Şefer, Koç Üniversitesi Tarih Bölümü)

14:15-14:20. Giriş

14:20-14:50. Yüzeyi Çizmek: Malta Grafiti Araştırması ve Deniz İkonografisi (Christian Dalton, Malta Üniversitesi)

14:55-15:20. Batı Karadeniz’deki Orta Çağ Sonrası Arma tipine dair Arkeolojik ve İkonografik Bulgular (Zdravka Georgieva, Southampton Üniversitesi)

15:25-15:50. Nerede ve Neden? Ayşe Kadın Camii’ndeki Gemi Grafitileri (Günce Pelin Öçgüden, Koç Üniversitesi)

15:50-16:20. Tartışma

Anadolu’nun Su Dünyaları, 8-9 Aralık 2022 tarihlerinde düzenlenen 17. Uluslararası ANAMED Yıllık Sempozyumu

Dr. Alexis Rappas ve Alexis Wick’in düzenlediği KUDAR’ın ortak sponsorluğunda düzenlenen Anadolu’nun Su Dünyaları, Anadolu coğrafyasının geçmişte ve günümüzde çok az araştırılan deniz unsurlarını incelemiştir. İster Türkiye’den ister başka yerden bakıldığında Anadolu fikrinin kendisi, toprakla ve onun pek çok özelliğiyle (köylü figürü, saf dil, ideal köy, bölge, ulusal toprak vb.) ilişkilendirilme eğilimindedir. Aslında bu sembollerin çoğu, Orta Asya’nın daha iç kesimlerinde, Anadolu’nun su manzaralarından -bazen gerçek deniz manzaralarından- giderek daha uzak yerleri çağrıştırmaktadır. Gerçekte çoğu coğrafi birime oranla Anadolu’nun özgün alanı, çevre hattını çizen ve kütlesini oluşturan su elementi tarafından derinlemesine belirlenmiş, hatta tanımlanmıştır. Aslında Anadolu, tamamen su yollarının çevreleyip nüfuz ettiği bir ada-kıta olarak tasavvur edilebilir: Güneyde Akdeniz, kuzeyde Karadeniz, batıda Ege ve Marmara denizleri ile Boğazlar, doğuda Van Gölü ve Dicle ve Fırat’ın kaynakları ile kıtasal kütlesini azaltan birçok nehir ve göl. Zamanın başlangıcından bu yana, bu birçok su yolu aktif olarak bu coğrafyanın doğasını karakterize etti: Karadaki yaşamı sürdürdüler ve onlar aracılığıyla bu topraklar başka yerlerdeki yaşamın (buğday, kereste, tütün, yün ve daha birçok şeyin kaynağı olarak) sürdürülmesine yardımcı oldu.

Kadim insanların “Thalatta, thalatta” çığlıklarından, İtalyan ve Yunan (ve nihayetinde Türk) milliyetçilerinin yanı sıra İngiliz ve Fransız sömürgecilerine kadar, Anadolu ada-kıtası, denizleri, kıyıları, gölleri ve nehirleri üzerindeki iddialar, Anadolu’da birçok halkların günlük yaşamında ve fikirlerin belirgin bir şekilde öne çıkmıştır. Bu hususa birkaç örnek vermek yeterli olacaktır: Sakarya Nehri, antik Gordion kentinin tarihinde önemli ve aynı zamanda Türk bağımsızlık savaşında da merkezi bir rol oynamıştır; Boğaziçi, modern politikada (Montrö Boğazlar Sözleşmesi) olduğu kadar antik coğrafya ve mitolojide de (Io ve Jason, Chares ve Darius isimleriyle yankılanan) dikkat çekicidir. Dahası, çoğu zaman doğal karşıladığımız ayrımın daha derinlemesine analiz edildiğinde o kadar düzgün olmayabileceğini akılda tutmak çok önemlidir; örneğin efsanevi kozmopolit ve ileriye dönük kıyı şehirleri (örneğin İzmir) sözde geleneksel ve geriye dönük iç bölgelerle yakından bağlantılı ve bağımlıydı.

Su merceği, Anadolu’nun tarihini anlamak için hâlâ çok nadir kullanılmaktadır. Beşeri bilimlerdeki yeni okyanus ve çevre dönüşümleri üzerine inşa edilen bu konferans, Tunç Çağı’ndan Dijital Çağ’a kadar çeşitli dönemleri çalışan arkeologları, tarihçileri ve diğer bilim adamlarını, karaya doğrudan karşıt olarak tasavvur edilmeyen akışkan Anadolu’nun tarihini keşfetmek için bir araya getirmektedir. Nehrin bitip denizin başladığı yer, kıyı suyu ile kıyının ve diğer sınırların ayrıldığı yer ilk bakışta göründüğünden daha karmaşıktır.

Sempozyum programı için lütfen tıklayınız. Daha fazla bilgi için lütfen bu bağlantıyı takip edin.

Davetli Konuşmacı: Daniel Zwick, Archaeologia Navalis ve Archäologisches Landesamt Schleswig-Holstein (8 Nisan 2022) Kuzey Frizya Wadden Denizi’nin Gelgit Bölgesinde Batık Arkeolojisi (Almanya)

Photo by Martin Hain

Daniel Zwick (Archaeologia Navalis ve Archäologisches Landesamt Schleswig-Holstein), Kuzey Avrupa’nın çeşitli yerlerinde gelgit arası bölgedeki batık alanlarını belgeleyen kapsamlı çalışmasının bir parçası olarak, son çalışmalarını tartışmak üzere Deniz Arkeolojisinde Temalar dersimizi (ARHA 538) ziyaret etmiş ve Almanya’nın kuzey kıyısı boyunca yaptığı son çalışmalar ve sonuçları üzerine konuşmuştur. Dersinin kaydına buradan ulaşabilirsiniz; ayrıca Spiegel ve National Geographic‘teki güncel makalelere de ulaşabilirsiniz.

Son yıllarda Alman federal eyaleti Schleswig-Holstein’ın Kuzey Frizya Wadden Denizi’nde batık keşiflerinde katlanarak bir artış yaşandı. Bu durum, iklim değişikliğiyle daha da artan kıyı erozyonu, gelgit akıntıları ve fırtınalarla ilişkilendirilebilir. Batıkların her birinin gibi benzersiz bir hikayesi bulunmaktadır. Örneğin en yaygın olarak İsveç’te karşılaşılan yapım tarzının yerel bir varyasyonu gibi görünen, 17. yüzyılın başlarından kalma “yarı karavela” Japsand batığı, veya apımları Hollanda Doğu Hindistan ticaret gemileri ve balina avcı gemileriyle karşılaştırılabilir Hörnum Odde (Sylt) ve Süderoogsand’daki – sırayla yaklaşık 1690 ve 1733 tarihli – iki karavela kaplama temelli ‘Double Dutch’ gemisi. Son olarak, Süderoogsand’da Şubat 2022’nin sonlarında bir fırtına sonucu ortaya çıkarılan iki ahşap batık daha bulunmaktadır. Batıkların hiçbiri henüz tanımlanamadı, ancak bu batıkların tanımlanması ve mürettebatlarının kaderine ışık tutmak için yerel ve uluslararası tarihçilerle iş birliği yapıldı.

Batıkların Wadden Denizi’nin çok uzak kısımlarında bulunması nedeniyle şimdiye kadar yapılan çalışmalar özel bir zorluk içeriyor. Ne geleneksel kara ne de sualtı arkeolojik araştırma yöntemleriyle araştırılabilmektedirler. Batıkların araştırılması için gereken zaman çerçevesi gelgit döngüsü tarafından belirlenmektedir. Bu zorlu koşullar, Almanya’da deniz arkeolojisi araştırmaları için finansman eksikliği nedeniyle daha da ağırlaşıyor. Alman federal devletinin kültür politikasındaki (‘Kulturhoheit der Länder’) egemenliği nedeniyle, deniz arkeolojisinden sorumlu merkezi bir Alman makamı yoktur. Kıyı devletleri genellikle deniz arkeolojisi gibi son derece uzmanlaşma gerektiren bir konu için kendi başlarına kapasite oluşturabilecek kaynaklardan yoksundur ve devlet yetkilileri tarafından yürütülen arkeolojik kazılar genellikle yalnızca yüklenici finansmanıyla karşılanmaktadır. Ne olursa olsun, deniz kültür mirası, özellikle kıyı erozyonundan etkilenen alanlarda tehdit altındadır ve bu önemli konunun ele alınması ve çözülmesi için kamuoyunda ve akademik çevrelerde farkındalığın artırılmasına yönelik yoğun bir çaba sarf edilmektedir.

ARIT ile Ortak Çevrimiçi Yuvarlak Masa Toplantısı: Dijital Alanda Ulusal Yargı Yetkisi (25 Nisan 2021)

Pensilvanya Üniversitesi’nin yönettiği Gordion (günümüz Polatlı’da) kazısıyla ilgili ortak bir proje kapsamında ve ABD Büyükelçiliği’nin desteğiyle KUDAR ve Amerika Araştırma Enstitüsü Türkiye (ARIT), Ulusal Yargı yetkisini tartışan çevrimiçi bir yuvarlak masa toplantısına ev sahipliği yaptı. Artan sayıda insan, bir ulusu temsil eden miras da dahil olmak üzere, çevrelerindeki dünyanın dijital modellerini yaratıp yayabildiklerinden, çeşitli konuşmacılardan oluşan bir grup, bir ulusun bu modellerin yayılmasını düzenlemeye çalışıp çalışmayacağını veya nasıl çalışabileceğini tartıştı.

Aralarında arkeologlar ile AR/VR teknolojisi ve Fikri Mülkiyet Hukuku alanındaki uzmanların da bulunduğu katılımcılarımız, görüşlerini sunmanın yanı sıra birçok önemli konuda soru sorma fırsatı da buldu. Herkes, özel kişiler tarafından veya bir kamu hizmeti olarak üretilen dijital miras modellerinin eğitim ve yönetim açısından faydaları olduğu konusunda hemfikirdi. Buna ek olarak düşük maliyetli fotogrametri tekniklerinin ve çevrimiçi vitrinlerin çoğalması, bu modellerin giderek daha fazla ortaya çıkacağı anlamına gelmekteydi. Son fikir birliği, modellerin oluşturulması ve dağıtılmasının yönetiminin karmaşık bir girişim olacağı ve bir dizi önemli tartışmaya yol açacağı yönündeydi:

  1. Bir ulus devletin kendi anlatılarını desteklemek için dijital modelleri kullanması ile alternatif anlatıları desteklemek için kendi modellerini kullanan bireysel çıkarlar arasında eşitlik bulmak.

  2. Telif hakkının rolü ve uygulanabilirliği: Bir kişinin dijital modeli yaratması, konu devlete ait olsa bile, ona model üzerinde telif hakkı veriyor mu?

  3. Ulusal düzenlemelerin ne kadarı çok fazla? Bu teknolojinin isyankar kullanımını ve muhalif modelleri harekete geçirebilir mi?

  4. Bir ulus devlet bu yeni dinamik içerisinde halkla nasıl iş birliği yapabilir? Müzik şirketleri, sanatçılar arasındaki çatışma ve yayın platformlarını harekete geçiren dijital korsanlık gibi geçmişten örnekler var mı?

Tartışmamızın bir kaydı burada bulunan ARIT YouTube sayfasında yer almaktadır.

usm-turkey-seal
ARIT logo

Midilli Deniz Mikro Bölgesi ve Bergama Ortak Mirası (10-11 Kasım 2019)

Alman Arkeoloji Enstitüsü (DAI), Türkiye Amerikan Araştırma Enstitüsü (ARIT) ve ICOMOS Türkiye iş birliğiyle ve Ayvalık Belediyesi ile Sanat Fabrikası‘nın cömert desteğiyle KUDAR, Midilli Adası ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Bergama’nın sınırladığı deniz mikro bölgesi boyunca ortak mirası anlamanın farklı yollarını değerlendirmek üzere uluslararası bir çalıştay düzenledi. Arkeolojik, metinsel, mimari ve tarihi kayıtlar mekansal ve kronolojik olarak çok geniştir; mevcut topluluklar ise geçmişte ve günümüzde sayısız dolanmışlığın simgesidir.

Türkiye’nin tarihi Ayvalık kasabasında, bu mikro bölgenin merkezinde gerçekleştirilen çok disiplinli etkinlik, bu bölgenin zengin tarihinin nasıl devam eden bir karmaşıklık, iletişim, göç ve etkileşim anlatısı olduğunu keşfetmek için bir fırsat olmuştur. 10-11 Kasım tarihlerinde Sanat Fabrikası Tiyatrosu’nda yapılan uluslararası akademisyenlerden oluşan bir grubun sunumları, yaklaşık 60 akademisyen, yerel tarihçi ve üniversite öğrencisinin katılımıyla gerçekleşti.

ICOMOS LOGO fuar baskı.dms 5.40.54 PM
logo
Ayvalik green_flat
Dr. Alkiviadis Ginalis - Alman Arkeoloji Enstitüsü, İstanbul

“İç bölgeden ön bölgeye. Mikro-bölgesel bağlantının göstergesi olarak liman ağı çalışmaları”

Küçük Asya kıyılarındaki yerleşim faaliyetleri, Tunç Çağı’ndan bu yana artan deniz iletişimi ve trafiğinin bir sonucudur. Her ne kadar son yıllarda çeşitli bilim insanları Doğu Akdeniz’deki deniz bağlantısının çeşitli yönleriyle ilgileniyor olsa da, özellikle liman çalışmaları ve diğer kıyı altyapılarıyla bağlantılı olarak deniz ticareti çalışmaları hala oldukça seyrek ve temel bir çalışmadan yoksundur. Bunun nedeni, ekonomik, sosyal ve kültürel etkileşimlere açılan kapı olma rolünün anlaşılması söz konusu olduğunda, kıyı ilişkilerinin yalnızca çok önemli değil, aynı zamanda son derece karmaşık bir yapıya sahip olmasıdır. Kıyı altyapıları izole edilmiş olgular gibi hareket eden bağımsız ve ayrı öğeler değil, daha ziyade iletişim ve metalaştırmanın yürütülmesi ve kontrolü için bağlayıcı unsurlar ve belirleyici faktörlerdi. Ekonomik merkezler, sosyal buluşma noktaları ve aynı zamanda kültürel alışverişin ana kapısı olarak işlev gören limanların ve deniz bağlantısallığındaki rolleri üzerine çalışmalar, kültürler arası dinamikleri anlamak için zengin yeni bir kaynak sağlar.

Ancak deniz ağ sistemleri sadece mikro-bölgesel düzeydeki etkileşimin derecesi ve modelinin daha yakından incelenmesiyle aydınlatılabilir. Bu nedenle, bu makale Bergama çevresindeki Küçük Asya kıyısı boyunca iç bölge ve ön bölge arasındaki ağ örüntüsünü yerel, bölgesel ve bölgeler üstü bağlantının görselleştirilmesi olarak sunmayı amaçlamaktadır.

Ms. Aylin Güngör - University of Hamburg

“Küçük Asya ve Ege Denizi Kıyılarındaki Denizcilik Merkezleri Üzerinden Düşünmek.” Antik limanlara ve liman şehirlerine yaklaşırken, ’emporia’ olarak adlandırılan denizdeki sıcak noktalara ilişkin tartışma, liman araştırmaları ve bilimsel tartışmalar içerisinde özel bir konuma sahiptir. Ancak ’emporion’ olgusu mevcut teorik söylemde belirsizliğini korumaktadır ve tutarlı bir tanımdan yoksundur. Genelde çıkarma veya ticaret alanı olarak anlaşılan terim, özellikle yapı ve düzen açısından anlaşılmaz kalmaktadır. Bununla birlikte, denizdeki sıcak noktalar, Akdeniz’de ticaretin organizasyonunda ve mal alışverişinde merkezi unsurlar olarak işlev gördü ve bir başarı öyküsü olarak değerlendirilebilir.

Bu siteleri sınıflandırmaya yönelik önceki araştırmalar ve girişimler öncelikle teorik temelde ekonomi, politika ve toplumla ilgiliydi. Son zamanlarda, bu deniz sıcak noktalarının kültürler arası alışverişte önemli bir rol oynadığı tespit edilmiştir. Ancak, bu yerleşimlerin liman yapılarına ilişkin arkeolojik kayıtlardaki topografik ve mimari faktörlere odaklanan sistematik bir çalışma henüz yapılmamıştır. Başlangıçta, bu makale sistematik bir çalışmaya dayanarak denizdeki sıcak noktaların sınıflandırılması ve ayrımının ana hatlarını çizmekte ve ’emporia’ çalışmalarının ayrılmaz bir parçası ve parseli olarak liman araştırmalarının önemini kabul etmektedir.

Antik kaynakların yazılı geleneğinin, Antik Akdeniz’deki Yunan ticari limanları haritasında boş noktalar olduğuna işaret ettiği vurgulandı. Bu soruna yanıt olarak, geliştirilen kriterlerin uygulanması, kaynaklarda ’emporia’ olarak açıkça belirtilmeyen ve dolayısıyla Bergama-Midilli bölgesi ve çevresine uyarlanan diğer sit alanlarına da aktarılabilir.

Dr. Annette Hoffmann - Florenz'deki Sanat Tarihi Enstitüsü, Max-Planck-Institut, Floransa

“Mantamados’un Taxiarchis İkonu ve Doğu Ege’de Aziz Mikail Kültü”

Ya dokuzuncu ya da onuncu yüzyılda ya da 1462’de korsanların -Sarazenler ya da Osmanlılar- Midilli Adası’ndaki Mantamados’taki St. Michael Manastırı’na saldırdıkları anlatılır. Hikayeye göre üç korsan, kendisini kilisenin çatısına gizleyen acemi Gabriel dışındaki tüm keşişleri katletti. Korsanlar onu orada bulduğunda, Aziz Mikail ortaya çıktı ve kılıcını onlara doğru kaldırdı, ardından kaçtılar. Cebrail’in, şehit düşen keşiş arkadaşlarının kanına bulanmış toprağı topladığı ve bundan Başmelek Mikail’in imgesini şekillendirdiği söylenir. Şehitlerin kanına bulanan toprak böylece bir imgenin çalışma malzemesi haline geldi. Bu anlatımda, yaratıcı süreç boyunca keşişin Başmelek tahayyülü hafızasında canlı kalmıştır. Efsanenin sadece 20. yüzyılda yazıya geçirildiği görülürken, kabartma ikonun yakın zamanda 14. yüzyıla tarihlendiği belirlendi.

1620 civarında Methymna Metropoliti Gabriel, Mantamados’un eski kesiminde Başmelek Mikail’e adanmış terk edilmiş küçük bir kiliseyi kaydetti. İçeride ayrıca, kabartma ikonların put olduğunu düşünen kadınlar tarafından korunan bir melek kabartma ikonu da vardı. “Çünkü bu ikon Aziz’i bütün başı somut şekilde resmediyordu”. Bu, Mantamados ikonunun en eski tanımıdır ve birçok açıdan ilginçtir. Bir yandan kabartma ikonu ile putperestlik arasında algılanan bir ilişkiyi ifade eder. Öte yandan, (kendisi maddi olmayan) meleğin dokunulabilirliği paradoksuna değiniyor. Makalede, Aziz Mikail’in Küçük Asya ve Doğu Ege’deki tasvir geleneklerinin arka planında, ikonun ve efsanesinin farklı maddi ve manevi yönleri tartışılacaktır.

Prof. Dr. Ahmet İçduygu - Koç Üniversitesi

“Hareketlilik, Bağlantısallık ve Bölge Oluşturma: Kuzey Ege Denizi’nden Bazı Yakın Tarihler.”

Dr. Yannis Kourtzellis - Yunanistan Kültür ve Spor Bakanlığı, Midilli Eski Eserler Müdürlüğü ve Dr. Theotokis Theodoulou - Yunanistan Kültür ve Spor Bakanlığı, Sualtı Antik Eserler Müdürlüğü

“Antik çağda Midilli Adası ile Küçük Asya arasındaki limanlar ve ilişkiler. İnsanları, kültürleri ve toprakları bağlamak.”

Eski edebi ve epigrafik ifadeler, Midilli şehir devletlerinin karşı kıyıdaki Küçük Asya’nın kıyı şehirleriyle geliştirdiği ilişkilere dair değerli bilgiler barındırmaktadır. Adanın Küçük Asya kıyılarına yakınlığı, Aiolia Kolonileşmesi olarak adlandırılan çerçeve içerisinde Arkaik dönemde Aiolis ve Troas bölgelerinde birçok Midilli kolonisinin kurulmasına yol açmıştır. Sonuç olarak Midilli şehirleri ve özellikle Mitilini şehri, “Aktaia Şehirleri” (=kıyı şehirleri) ve “Midillilerin Kıyısı” = (Μυτιληναίωναἰγιαλὸς) olarak adlandırılan “Midilli Peraia” ile güçlü bir şekilde bağlantılı görünmektedir.

Daha sonra Klasik dönemden Geç Roma dönemlerine kadar adanın Bergama da dahil olmak üzere Aiolia ve İyonya şehirleriyle ilişkileri esas olarak denizcilik odaklı, ticari ve kaçınılmaz olarak politik olup, iki veya daha fazla şehrin veya federal “Koina”nın dahil edildiği anlaşmalar, fermanlar ve antlaşmalarla bilinmektedir. Makalemizde yukarıda belirtilenleri dikkate alarak Midilli şehirlerinin limanlarının yerleşimini ve gelişimini deniz mikro-bölgesi çerçevesinde sunmayı amaçlıyoruz.

Dr. Thaleia Kyriakopoulou - Yunanistan Kültür Bakanlığı, Midilli

“Helenistik Dönemden Roma Dönemine Mitilini.”

Adanın doğu kıyısında, Anadolu kıyısının karşısında yer alan Midilli’nin altı antik kentinden en büyüğü olan Mitilini, antik yazarlara göre Helenistik ve Roma dönemlerinde Rodos ve Efes kadar güzel bir kentti. Şehir, özel karakterini, onu iki kısma ayıran Euripus’un doğal boğazına borçludur: ilk yerleşimin bulunduğu “ada” ve M.Ö. 4. yüzyılın sonundan sonra genişlediği “anakara”.

Bu makalenin amacı, modern yerleşim alanlarında yürütülen kurtarma kazılarının kaçınılmaz olarak antik maddi kültürün parçalı bir resmini sunması nedeniyle, Helenistik dönemden Erken Hıristiyanlık dönemine kadar antik Midilli topografyasını mümkün olduğu ölçüde yeniden inşa etmektir. Konuşmanın odak noktası birbiriyle yakın ilişki içinde gelişen kentsel formun karakteristik unsurları olan duvarlar, nekropoller, yol sistemi, tapınaklar, kamu binaları ve özel konutlar olacaktır.

Aynı zamanda Midilli ve Bergama arasındaki kentsel organizasyon, mimari üsluplar ve kamu ve özel binaların dekorasyonunda kullanılan dekoratif unsurlar açısından ortak unsurların izini sürmeye çalışılıyor.

Dr. Bernhard Ludwig - Alman Arkeoloji Enstitüsü, Berlin

“Bergama ve Midilli Deniz Mikro Bölgesindeki Etkileşim Yolları.”

“Kane Bölgesel Liman Araştırması”-Projesi ve Elaia-Projesi, büyük ve küçük limanlar ve koylardan oluşan bir hiyerarşi ve bunların Bergama ile artzamanlı bir bakış açısıyla ilişkilerini içeren bir kıyı mikro bölgesini inceleme şansı sundu. Ayrıca bu bölge, Roma ve Helenistik Dönem’de limanların önem ve sıklıklarındaki belirgin değişimleri araştırmak için de güzel bir örnek teşkil etmektedir. Ancak antik limanlarıyla yakındaki Midilli adasının da dahil edilmesi ve bölgenin tek bir deniz mikro-bölgesi olarak incelenmesi bir gereklilik olmaya devam ediyor. Bu nedenle, bu makale Elaia, Pitane, Kane ve Midilli gibi limanların farklı işlevlerine ve hepsinden önemlisi Bergama ve Midilli Deniz Mikro Bölgesi’ndeki etkileşim biçimlerine odaklanmaktadır. Etkileşim farklı düzeylerde (örneğin askeri-stratejik veya ekonomik) gerçekleşebilir ve CBS tabanlı mekansal analizler yardımıyla araştırılan kıyı yerlerinin veya potansiyel deniz yollarının görsel ilişkilerine dayanabilir.

Doç. Prof. Harun Özdaş - Dokuz Eylül Üniversitesi

“Edremit Körfezi’nde son zamanlarda yapılan sualtı arkeolojik yüzey araştırması.”

Türkiye Batık Envanteri Projesi (SHIPT) kapsamında, Ege Denizi’nin kuzeydoğusundaki Edremit Körfezi kıyılarında sualtı arkeolojik yüzey araştırmaları yapıldı. Keşif sırasında antik gemi batıklarının tespiti ve belgelenmesi amacıyla yandan taramalı sonar kullanılmış ve tüplü dalışlar gerçekleştirilmiştir. SHIPT, Edremit Körfezi’nde Helenistik dönemden 20. yüzyıla kadar tarihlenen toplam 11 batığın ve 2-38 m derinlikte çok sayıda potansiyel sitin keşfedilmesiyle sonuçlandı. Batıklardan beşi körfezin kuzey kıyısında bulunuyor. Altı batık daha güneyde, Ayvalık ilçesi yakınlarında bulunuyor. Batıkların ana yükünü genellikle amforalar oluşturmaktadır. Birinin tarihi önemi bulunmaktadır. Batıklar arasında üçü nispeten iyi korunmuş durumdadır. En iyi korunmuş batık binden fazla sağlam amfora içerir. Araştırma sonuçları körfezin farklı dönemlerde aktif olarak kullanıldığını göstermektedir. Bu son keşifler, Kuzeydoğu Ege Denizi’ndeki denizcilik tarihine katkı sağlıyor ve yapılan araştırma sayesinde, devlet kurumları için korunması gereken sualtı kültür mirası alanları tespit ediliyor.

Dr. Ayşegül Özer - İstanbul Teknik Üniversitesi ve Selanik Aristoteles Üniversitesi

“Mimari Miras Yönetiminde Bir Araç Olarak Yapı Bilgi Sistemi: Ayvalık Örneği”

Ayvalık, Ege’nin Batı Türkiye kıyısında, Balıkesir ilinde, Ayvalık Körfezi yakınında tarihi bir şehirdir. Kent dokusu çeşitli geleneksel ve anıtsal yapı tiplerinden oluşmaktadır. Yerleşim 2863 Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile koruma altına alınmıştır. Kentin ilk kuruluşu henüz belirsizdir (Ψαρρός, 2017: 29). Tarihi doku, her ne kadar daha eski geçmişi yapılı çevrenin içinde ya da altında saklı olsa da, 19. yüzyıl manzarasını andırıyor.

Akademisyenler genellikle Ayvalık tarihini antik Aiolis Αἰολίδα ile ilişkilendirmektedir (Κοντής, 1978: 399-402; Ψαρρός, 2017: 29). 1653 yılına tarihlenen bir grup arasından 30 yerel ailenin bağışı şimdiye kadarki en erken belge olabilir (Πατρινέλης, 1993: 13-21). Öte yandan Ayvalık, 1772 yılında II. Selim’in tanıdığı ayrıcalıklarla bir asır sonra ününe kavuşur (Καράμπλια, 1949:81). Ayrıcalıklar şehir için ekonomik, sosyal ve kentsel bir canlılık yaratır: dini kullanım veya eğitim binalarının yanı sıra sağlık binaları ve halka hizmet veren bir akıl hastanesi (Raffenel, 1822:201) bulunur. Bu yükseliş şehrin el değiştirmesi ve 1821 yılında “Yeni Yunan Devleti”ne destek vermesiyle kesintiye uğramıştır. “Ayvalık İsyanı” zorla bastırılmış ve özel mülklere el konulmuştur (Arıkan, 1988: 579). On yıl sonra II. Mahmut’un kararıyla ilgili zorunlu terk sona eriyor. Kent, tasvirlerden de anlaşılacağı üzere başka bir imar/gelişme sürecinden geçmektedir (Καλφόγλους, 1899/2002:113). 20. yüzyılın başlarında nüfusu 25.000’e ulaşan yerleşim, neredeyse günümüzün tarihi merkezi sınırlarına kadar uzanmaktadır: 6000 ev, 5 konsolosluk, 11 Ortodoks kilisesi, 1 cami ve 1 Katolik Şapeli’nden oluşmaktadır (Annuaire Oriental 1914: 1327).

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ayvalık İngiliz birlikleri tarafından işgal edilir ve 29 Mayıs 1919’da şehir hemen Yunan kontrolüne teslim edilir. Sevr Antlaşması ile bu statü kalıcı hale gelmiş ve kent 15 Eylül 1922 tarihine kadar Yunan Devleti’nin egemenliği altında kalmıştır. Türk-Yunan Savaşı’nın (Türk Kurtuluş Savaşı) Yunanistan’ın yenilgisiyle sonuçlanması, Lozan Barış Antlaşması ile Zorunlu Nüfus Mübadelesi’ne yol açmıştır. (30 Ocak 1923). Daha önce Smyrna olayına paralel olarak başlayan Ortodoks cemaatinin Ayvalık’tan göçü Başlık: VI. Rum ve Türk Nüfuslarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme’ye göre sonuçlandırılmıştır. Kent, sakinlerinin çoğunu kaybetmesine rağmen Yunanistan’dan, çoğunlukla da Mitilini ve Girit’ten gelen topluluklar tarafından yeniden iskân edilmiştir.

“1923 Lozan Antlaşması Mübadele Nüfusunun Mimari Mirasına Yönelik Yunanistan ve Türkiye’de Koruma Politikaları: Rethymno ve Ayvalık Şehirleri İçin Karşılaştırmalı Çalışma” başlıklı araştırma, 2005 yılında AUTH Bölümlerarası Lisansüstü Çalışma Programı “Kültürel Anıtların Korunması ve Restorasyonu” kapsamında başlamış ve teslim edilmesi gerekiyor. Tez, tarihi ve arşivsel araştırmaların yanı sıra her iki kent için de saha araştırması içermektedir. Saha araştırmasından derlenen tüm veriler Bina Bilgi Sistemi BIS veri tabanına aktarılmaktadır. Oluşturulan veri tabanı Ayvalık’a ait 5700 bina verisinden oluşmaktadır. Bu makale, araştırmalarla belirlenen tehdit altındaki yapıları ortaya çıkarmayı ve BIS’in mimari mirasın koruma yönetimi için bir araç olarak kullanımını tartışmayı amaçlamaktadır.

Dr. Kokona Roungou - Yunanistan Kültür Bakanlığı, Midilli

“Midilli adasındaki Klopedi’nin Aiol Tapınağı.”

Literatürde iki Arkaik tapınak A ve B ile tanınan Klopedi’deki Aiol Tapınağı, Midilli adasının kalbinde önemli bir dini merkezdi. Bu çalışmanın amacı, iki tapınağın temellerinde yapılan son kazılarda gün yüzüne çıkan daha önceki kalıntılara temellendiği anlaşılan kutsal alanın anıtsal yapı projesini sunmaktır. Kutsal alanın köklü tarihi M.Ö. 8. yüzyıla kadar uzanıyor, bir Miken kalıntıları üzerine, bir kadın tanrıya tapınmak için oval bir bina inşa edildiği döneme. Erken temenosun dışında hemen hemen aynı zamanlarda yakılan bir cenaze ateşi ve bitişikteki Erken Arkaik döneme ait bir mezar, Tapınak A’nın temellerinde dikkatli bir şekilde korunmuştur ve bu durum, M.Ö. 6. yüzyılın ortasından kısa bir süre sonra inşa edilen binanın alışılmadık neredeyse kare planını haklı çıkarmaktadır.

Ana ibadet binası olan Tapınak B ise M.Ö. 6. yüzyılın sonlarında inşa edilmiş ve M.Ö. 7. yüzyılda bölgede inşa edilen tüm eski dikdörtgen dini binaları temeline dahil etmiştir. Arkaik kutsal alanda Apollon’a tapınma, Klopedi’deki Apollon Napaios kültüyle ilgili eski varsayımları destekleyen, tanrı adına yazılı bir çatı kiremitinden anlaşılmaktadır.

Dr. Kokona Roungou - Yunanistan Kültür Bakanlığı, Midilli Adası ve Thaleia Kyriakopoulou - Yunanistan Kültür Bakanlığı, Midilli Adası

“Midilli adasındaki şehir devletlerinin yükselişi ve evrimi.”

Kuzeydoğu Ege Bölgesi’nde düğüm noktasındaki Midilli Adası, tarih öncesi dönemlere kadar uzanan arkeolojik buluntular açısından zengindir. Adanın altı tarihi şehir devletinin ortaya çıkışına ve evrimine yol açan dinamiklerin izini sürmek amacıyla bu çalışmanın odak noktası Geç Tunç Çağı ile Arkaik dönem arasındaki geniş kronolojik çerçeve üzerinde olacaktır. Bu amaçla Midilli’deki bu dönemlere ait en önemli arkeolojik alanların eski ve yeni kazı verileri birleştirilerek bir sentezi yapılmaya çalışılmaktadır. Ada üzerindeki yerleşim merkezlerinin konumu ve dağılımı, aralarındaki ilişkiler, dinsel ve ölü gömme gelenekleri ile seramik geleneği incelenerek, Midilli adasındaki Arkaik şehir devletleri oluşumunda Miken arka planı ve Protogeometrik ve Geometrik geçiş dönemilerinin rolü belirlenecektir.

Yrd. Prof. Sercan Sağlam - Bağımsız Araştırmacı

“Midilli Adası için Geç Ortaçağ Deniz Tahkimat Ağı.”

Ayvalık’ın Büyük Maden Adası ve Dikili’nin Mardaliç (Corci) Adası’ndaki devasa kuleler, halk arasında ve ayrı ayrı, aile beyliği 1355-1462 yılları arasında Midilli’de kurulan soylu Ceneviz ailesi Gattilusio’ya atfedilmiştir. Ancak hiçbir bilimsel araştırma bu anıtları derinlemesine ele almamış ve her şeyden önce onları birbirine atfetmemiştir. Belirsiz yönler arasında ilgili yer adları, ayrıntılı kimlik ve bu kulelerin daha geniş bölgede tam olarak nasıl çalıştığı da yer alıyor. Aslında bazı modern araştırmalarda yukarıda bahsedilen popüler bağlamda Büyük Maden Adası’nın kulesinden yüzeysel olarak bahsediliyor ancak özellikle bu kule hala üzerinde çalışılmamış bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Diğer kule ise daha önce mimarisi ve malzeme özellikleri açısından incelenmişti. Buna göre karşılaştırmalı bir çalışma sonrasında aynı köken önerildi. Modern Ayvalık çevresinde bir “Ceneviz” kulesinin varlığına dair hikayeler 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanıyor ancak bu tür anlatılar, bugün hiçbir şeyin kalmadığı başka bir yere işaret ediyor. Ayrıca Dördüncü Haçlı Seferi’nden sonra Geç Ortaçağ’da Ege Denizi’nde çok sayıda savunma kulesi ve kule evlerin ortaya çıktığı bilinmektedir. Böylece, söz konusu kuleler, devam eden araştırmalarla birlikte köklü bir modern literatüre sahip olan bu daha büyük grup içinde sınıflandırılabilir. Bu makale, bu iki kulenin kökenlerine ve savunma amaçlarına, disiplinler arası ayrıntılı bir metodoloji aracılığıyla ışık tutmayı amaçlamaktadır. Bu methodoloji adalardaki belirli konumlarının coğrafi analizi, olası yer adları için çeşitli kaynaklardan deniz haritaları ve metinleri ve daha fazla karşılaştırma için mimari bir araştırma içermektedir.

Prof. Turgut Saner - Istanbul Technical University

“The Aegean-Decorative Style (18th-19th c.) as a Common Ottoman Architectural Expression.”

 

The phenomenon called “Westernization” in Ottoman art and architecture is still a promising topic in spite of an already established scholarship of extensive written and said material. For instance, the way and the media, how the European styles were transferred to the Ottoman art or the determining economic and political circumstances of the time are among essential aspects. In addition, the individual shares of Istanbul and the provinces near and far including thereby the role of geographical positioning to stimulate interactions, and the related flux of forms are still problematic issues. The readiness of people with particular visual habits and traditions to welcome new (European) forms and make them gradually their own, further, the artistic and architectural expressions created by different Ottoman nations in terms of tools of identity, they all embody many striking questions.

 

The architecture of the Aegean Asia Minor, including the islands, presents many examples of the prevailing decoration of the 18thand 19thcenturies under European influence. The architectural relics from the same period in and around Bergama today provide features of floral and figural motifs carved on stone, as well as of wall paintings revealing common decorative approaches of the historical inhabitants of the region. This paper aims to contribute to the above-mentioned discussions based on the language of art and architecture.

Prof. Dr. Neriman Şahin-Güçhan - Orta Doğu Teknik Üniversitesi

“Ayvalık Endüstriyel Manzarası: Ayvalık’ın UNESCO Dünya Mirası Alanı olma çabalarında güncel deneyimler ve devam eden koruma çalışmaları.”

Sayın Seçil Tezer-Altay - Alman Arkeoloji Enstitüsü, İstanbul

“19. ve 20. Yüzyıllarda Midilli ve Bergama’da Toplum ve Mimarlık.”

Doç. Prof.Dr.Murat Tozan - Ege Üniversitesi

“’Hippon’a Giden Yol’: Midilli Peraia’sı ile Bergama arasındaki Kozak Dağları’ndaki Bazı Antik Yollar ve Yer Adları.”

Midilli peraia’sı, antik çağın büyük bir bölümünde kabaca modern Ayvalık ile Dikili ilçe merkezleri arasındaki kıyı alanını kapsıyordu. Bu peraia Midilli hegemonyası altında kalırken, Helenistik dönemde Pergamon’un bir metropol olarak yükselişine bağlı olarak bölgedeki Bergama sosyo-politik etkisi giderek genişlemiştir. Böylece Bergama mikro bölgesinin bir uzantısı olarak da değerlendirilebilecek Midilli peraia’sı, Helenistik ve Roma dönemlerinde iki kent arasında ortak bir temas alanı haline gelmiştir. Peraia’nın Midilli ile bağlantısı doğal olarak deniz yoluyla sağlanıyordu. Peraia’yı Bergama’ya bağlayan yollar ise doğusundaki bugün Kozak olarak adlandırılan dağlık bölgeye veya bu dağların alçak yamaçlarına kadar uzanıyordu. Bu makale, bu dağlık bölgenin antik yer adlarını, Midilli peraia’sını ve Pergamon’u birbirine bağlayan bölgeye uzanan olası rotaları ve bu rotalardaki antik yerleşimlerin lokalizasyonlarını incelemektedir. Böylece Kozak dağlık bölgesinin antik çağdaki Midilli ve Bergama deniz mikro bölgesi için stratejik ve ekonomik önemi art zamanlı ve bütünsel bir bakış açısıyla tartışılacaktır.

Dr. Marek Vercik -Univerzita Karlova

“Hareket Halindeki Metaller: Doğu Ege / Batı Anadolu Kıyısı Boyunca Metalurji ve Teknolojik Transfer.”

Batı Anadolu kıyılarının ve komşu Doğu Ege adalarının, M.Ö. ikinci ve birinci bin yıllarda Anadolu, Ege ve Yunan anakarası arasındaki sosyokültürel ve ekonomik bağlantıda hayati bir rol oynadığı uzun zamandır kabul edilmektedir. Her ne kadar bu bölgeler arasındaki belirgin kültürel etkileşim mimari, heykel veya seramik üretiminin üslup ve teknolojik yönleri üzerinden belgelenebilse de, – daha önceki (örn. İTÇ) veya sonraki (örn. Bizans) dönemlerle karşılaştırıldığında – artan bağlantısallığa katkıda bulunan belirli ürün kategorilerinin nadiren ayrıntılı olarak analiz edildiği açıktır. Dolayısıyla bu katkı, Doğu Ege/Batı Anadolu kıyı bölgesi ile doğu ve batı komşuları arasındaki ekonomik etkileşimde önemli rol oynayan bir sınıfın haritasını çıkarıyor: metalurji. Bölgedeki son arkeolojik keşifleri gözden geçiren bu makale, metal üretiminin Geç Tunç Çağı’ndan Arkaik döneme kadar olan gelişimini art zamanlı olarak izliyor ve bakır, demir, altın ve gümüşün çıkarılması, üretimi ve işlenmesine ilişkin fiziksel bulguların altını çiziyor. Çalışma alanı kıyı bölgesi ve komşu adalara, özellikle Kaikos/Bakırçay ve Menderes/Büyük Menderes nehirleri arasındaki bölgenin orta kısmına odaklanılmaktadır. Genel olarak, yerel, Ege ve Anadolu çapında ve ayrıca uzun mesafeli takas örüntüleri ve ağları vurgulanacak ve MÖ 15. yüzyıldan altıncı yüzyıla kadar olası yerel yenilikler tanımlanacak. Böylece Doğu Ege adaları ve Batı Anadolu kıyılarının sadece bir kanal değil, aktif bir yenilik alanı olduğu gösterilecektir.

Eğitim Çalıştayı ve Konuşma: Kotaro Yamafune, APPARATUS LLC. ve Öğretim Görevlisi, Tokyo Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Üniversitesi (3-13 Aralık 2019)

Kara ve Sualtında 3 Boyutlu Fotogrametri

Yoğun geçen on gün boyunca Dr. Kotaro Yamafune, ANAMED Kısa Dönemli İşbirliği Araştırmacısı olarak Aralık ayında KUDAR’ı ve Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’ni (ANAMED) ziyaret etti. 11 Aralık’ta Dr. Yamafune, ANAMED’de, deniz arkeolojisi ve sualtı kültürel mirası için en son fotogrametri uygulamalarını ayrıntılarıyla anlatan “Güzel Resimlerin Ötesine Geçmek: Deniz Arkeolojisi için 3D Fotogrametrinin Anlamlı Uygulaması” başlıklı bir konferans verdi. Ayrıca İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi’nin ek desteğiyle KUDAR saha projelerine ve Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nde Dokümantasyon ve Konservasyon dersine (ARHA 582) katılan yüksek lisans öğrencilerine kampüste beş günlük fotogrametri atölyesi düzenlemiştir. İstanbul’dayken, Dr. Jones’un Yenikapı 24 batığının tekne kerestelerini modellemeye devam etmesine katkıda bulunmaya devam etti ve Koç Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi yüksek lisans öğrencilerine yüksek lisans tez projeleriyle ilgili fotogrametri konusunda danışmanlık yaptı. Son olarak KUDAR’ın Boğsak Arkeolojik Yüzey Araştırması (BOGA) projesiyle devam eden işbirliği kapsamında proje direktörü Prof. Günder Varinlioğlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bomonti yerleşkesinde atölyenin son oturumuna ev sahipliği yaptı. Bu oturumda arkeolojik fotogrametrinin daha ileri yöntemlerine ve Boğsak araştırma alanında son arazi sezonlarında toplanan fotogrametri verileriyle çalışmaya odaklanıldı.

Davetli Konuşmacı: Toby Jones, Newport Ortaçağ Gemi Projesi, Newport Müzesi ve Sanat Galerisi (12 Mart 2019)

Newport Ortaçağ Gemisi: Galler’de bulunan 15. yüzyıldan kalma bindirme kaplama yöntemiyle yapılan bir ticari geminin sırlarını açığa çıkarmak

Newport Ortaçağ Gemisi, 2002 yılındaki keşfinden bu yana Galler ve ötesinde halkın ilgisini ve hayal gücünü çekti. 2002 ve 2003 yıllarındaki kurtarma kazılarının ardından, gemi projesinin kazı sonrası aşaması, tekne kalıntılarının ve ilgili binlerce eserin temizlenmesi, kaydedilmesi, modellenmesi ve korunmasına odaklandı. Pek çok arkeolog, konservatör ve gönüllü, 15. yüzyıldan kalma bindirme kaplama yöntemiyle yapılmış ticaret gemisinin kalıntılarını sistematik olarak belgelemek için çalıştı. Temaslı sayısallaştırma, lazer tarama ve 3D baskı şeklindeki gelişmiş üç boyutlu dijital kayıt ve modelleme teknolojilerinin kullanılması, tekne kalıntılarının ve eserlerinin benzeri görülmemiş bir şekilde belgelenmesine ve analizine olanak sağlamıştır. Orijinal tekne formunun dijital modellemesi, geminin boyutlarını, kapasitesini ve performansını ortaya çıkardı. Bireysel gemi kerestelerinin ve genel tekne formunun incelenmesi, geç ortaçağ döneminde gemi yapımı, inşaat sıralaması ve ormanlık alan kaynak yönetiminin daha iyi anlaşılmasına yol açtı. Arkeolojik araştırmalar, geminin olası Bask Ülkesi kökeninin aydınlatılmasına yardımcı oldu ve kullanım ömrüne ilişkin ayrıntıları ortaya çıkardı. Geminin omurgasına yerleştirilmiş bir Fransız parası 1447’de basılmıştı; dendrokronolojik tarihleme ise geminin 1460’ların sonlarında Newport’ta durduğunu gösteriyor. Mürettebatın kökeni ve büyüklüğü ile gemideki günlük yaşamın genel yönleriyle ilgili ipuçlarının yanı sıra, İber Yarımadası ile Britanya Adaları arasındaki ticarete dair doğrudan kanıtlar ortaya çıkarıldı. Buna ek olarak, kapsamlı bir dijital arşivin çevrimiçi olarak yayınlanması, proje tarafından üretilen çok sayıda ayrıntılı arkeolojik veriye benzeri görülmemiş bir erişim sağladı. Projenin uzun vadeli hedefi, bu muhteşem geminin korunmuş kalıntılarını yeniden bir araya getirip sergilemek ve kalıcı bir miras mirası yaratmaktır.

Davetli Konuşmacı: Arturo Rey da Silva, Escuela Espanola de Historia y Arqueologia en Roma Araştırma Görevlisi (7 Mart 2019)

Uluslararası İşbirliği için bir araç olarak Sualtı Arkeolojisi. UNESCO çerçevesinde sualtı kültürel mirasının korunmasına yönelik uluslararası yardım.

Sualtı kültürel mirası, insanlığın tarih boyunca deniz ortamıyla olan etkileşimini ve bunun sonucunda ortaya çıkan kültürel mekanları anlamamıza yardımcı olan, insanlığın geçmişine dair çok önemli bir tanıklıktır. Sualtında kalmış şehirler ve antik limanlar, batık kalıntıları, batık peyzajlar, birçok kıyı topluluğunda hala hayatta olan somut olmayan denizcilik gelenekleri ve kullanım teknikleri, kendimiz hakkında çok fazla bilgi içerir ve uygun şekilde yönetilip korunursa günümüz toplumlarının refahına ve onların sürdürülebilir kalkınması katkıda bulunur. Bununla birlikte, çoğu sualtı arkeolojik alanı ticari kullanım, hazine avcılığı, kıyı ve deniz geliştirme projelerinin yanı sıra uygunsuz ve etik olmayan kurtarma çabaları nedeniyle tehdit altındadır.

Bu derste, sualtı kültürel mirasının önemi ve uluslararası toplum tarafından bu mirasın korunmasına yönelik giderek artan endişeler ele alınacaktır. Bu endişeler UNESCO 2001 Sualtı Kültürel Mirasının Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin kabul edilmesine yol açmıştır. Bu Sözleşme ve uygulanması çerçevesinde, tehlike altındaki sualtı mirasının korunması ve insanlık için bu mirasın belirlenmesi, değerlendirilmesi, incelenmesi, korunması ve yönetilmesi için uygun kapasitelerin oluşturulması amacıyla Taraf Devletler tarafından kullanılan farklı yardım mekanizmalarını çeşitli vaka çalışmaları gösterecektir.

Deniz Arkeolojisinde Yükselen Ülkeler Konferansı (ECC) 2018 (23 Kasım 2018)

KUDAR ve Koç Üniversitesi, bir ülkenin deniz arkeolojisi uygulamalarına yönelik altyapısını oluşturmanın başarılarını ve zorluklarını tartışmak üzere İran, Gürcistan Cumhuriyeti, Tunus ve Fas’tan temsilciler ile İngiltere ve Danimarka’dan katılımcılar ağırladı. Çoğu durumda mirasa ilgi duymanın basit bir süreç olduğu genel olarak kabul edildi. Ancak daha büyük zorluklar genellikle daha büyük sorunlardı. Örneğin süreklilik üç açıdan büyük önem taşıyordu. Birincisi, ulusal önceliklerdeki süreklilik, idari değişimin ortasında projeleri sürdürebilecek kurumsal bir atalet oluşturur. İkincisi, yıllarca yönetilmesi gerekebilecek projeler için finansman ve desteğin sürekliliği hayati önem taşıyor. Üçüncüsü, devlet arkeologlarının etkili bir şekilde yetiştirilmesi için eğitim ortamının sürekliliği gerekmektedir.

Katılımcılar:

Ahmed Gadhoum – Institut National du Patrimoine, Tunus

Athena Trakadas – Çevresel Arkeoloji ve Malzeme Bilimi, Danimarka Ulusal Müzesi

Azzeddine Karra – Kültür Yönetimi, Fas

David Berikashvili – Georgia Üniversitesi, Gürcistan Cumhuriyeti

Hossein Tofighian – Kültürel Miras ve Turizm Enstitüsü, İran

Lucy Blue – Deniz Arkeolojisi Direktörü, Honor Frost Vakfı

Davetli Konuşmacı: Luca Zavagno, Bilkent Üniversitesi (21 Mayıs 2018)

Fırtınalı Denizlerden Sonra Limanlar: Geç Antik Çağ’dan Orta Çağ’ın başlarına kadar kıyı kentsel mekanların dönüşümüne karşılaştırmalı bir yaklaşım

Bu ders, Geç Antik Çağ’dan erken Orta Çağ’a (MS 500 ile 800 arası) geçiş sırasında, Ege Denizi’ndeki bazı kıyı kentlerin ve Bizans ada sistemi olarak adlandırılan bölgede kentsel yörüngelerin gelişimini karşılaştırmaktadır.
Bu sunum özellikle bir dizi önemli liman ve/veya kıyı kentleri (Efes, Atina, Gortyn ve Salamis-Constantia ve diğerleri) odaklanarak bunların arkeolojisini ve maddi kültürünü araştırmaktadır. Aslına bakılırsa, kazılardan ortaya çıkan madeni paralara, mühürlere ve seramiklere artan ilgi, Bizans’ın kalbi olarak adlandırılan Ege ve Anadolu platosunun periferi olarak kabul edilen Kıbrıs veya Girit gibi bölgelerin kentsel dokusunda benzerlikler oluşturmaktadır. Üstelik bu çalışma, bazen kamusal alanlar ve anıtlar pahasına ticari ve zanaat faaliyetlerinin sürdürülmesinde yerleşik devlet görevlilerinin, yerel elitlerin ve dini hiyerarşilerin rolünün arttığını öne sürmektedir. Bu ders ayrıca, farklı ekonomik, idari ve dini işlevi olan yapılarına veya Decker’in yazdığı gibi ‘kamusal, özel ve kutsal alan, planlama ve ekonomik faaliyetin kendine özgü biçimlerine’ rağmen Bizans şehirciliğinin nasıl gelişebildiğini ve Klasik düzenden farklı kentsel dokular yarattığını da tartışmaktadır.

Davetli Konuşmacı: Athena Trakadas, Danimarka Ulusal Müzesi (2 Mayıs 2018)

Kuzey Afrika’nın Atlantik cephesinin deniz kültürüyle ilgili nehir manzaraları

Binlerce yıl boyunca, Afrika’nın kuzey Atlantik cephesi boyunca seyahat eden açık deniz gemileri, bölgenin Loukkos, Sebou ve Bouregreg vadileri gibi büyük gelgit nehirlerinden yararlanarak bunları güvenli sığınaklar ve limanlar olarak kullandı. MÖ 8. yüzyıldan MS 18. yüzyıla kadar akarsu peyzajlarında (veya ‘nehir manzaralarında’) Fenike, Puniko-Mauretan, Roma, İdrissid, Almoravid, Almohad, Marinid, Portekiz ve İspanyol maddi kültürünün varlığında art zamanlı bir örüntü açıkça görülmektedir. Nehirler ‘limanlar’ olarak sabit kalsa da, nehir peyzajları içindeki belirli aktivite konumları zamanla değişiyor gibi görünmektedir. Bu konuşmada bu olgunun tarihsel arka planı sunuluyor ve bu hareketlere ilişkin olası çevresel ve sosyo-kültürel faktörleri inceleyen yeni bir metodoloji tartışılıyor.